Günce

Günce
SAVAŞA KARŞI OL!

1 Haziran 2007 Cuma

Doğunun Dağları Kadife Kaplı

Tank paleti , asker postalı , gerilla çorabı ve bisiklet tekerleği ve bu tekerleğin izi , TEKERLEKİZİ BİSİKLET GRUBU . Bağımsız , hiçbir kurum-kuruluş cenderesine sıkışmadan , yüreği ve aklıyla hareket eden altı insanız . Bu sefer gönlümüz doğuya düştü . 95’ten beri yollardayız . Bundan önce iki uzun tur daha gerçekleştirmiştik . İlki İzmir-Mersin (Akkuyu) 1995 “ Anti Nükleer Bisiklet Turu ” , ikincisi Sinop-Rize (Çamlıhemşin) 1999 “ Fırtına Vadisinden Elini Çek ! ” bisiklet turu.Bu ise 3. turumuz. 2000 Eylül’ünde projeyi Vedat aklımıza düşürdü . Yapılacak gibi gelmedi.Önceki turlarda olduğu gibi ...
Mayıs sonu geldiğinde o kıpırtı içimde yine başladı . Gitmek . Kendimi yollara vurma isteği . Onca anlamsız koşturmaca ve kuklalıktan sonra , bedenimi ve varlığımı tekrar hissetmenin zamanı . Yol çağıyordu beni ...
Proje basit . Van Gölü etrafını Vedat ve ben bir haftada pedallayacağız . Boşa pedal basmaktan , sadece kendi içimizi yıkamaktan hiç hoşlanmadık . İçimizle birlikte taze beyinleri sulamak amacımız . 230 kg kitap kaç koyuna , kaç kalıp otlu peynire ve kaç adet ahlat taşına karşılık gelir ?
Üç kişiyiz bu sefer . Diğerleri işten, güçten fırsat bulamadı . Belki de yaşam yakalarını bırakmadı kim bilir ? Biz hiç küçümsemedik kendimizi . Hep bildik gücümüzü ve nereden geldiğini bu gücün. Kitap toplayacaktık . Etrafımıza haber saldık . Sadece kitap istiyorduk. Okunası kitaplar . Biliyorduk , kimi evinin tozunu ve vitrinindeki fazlalığı raf açılsın diye gönderecekti . Biz sabırlıydık . Her şeyi kabul ettik . Bizim evde topladık kitapları . İşe yaramayanları ayıklayıp koliledik Figen,Vedat ve ben . Ben Devrim ...
En büyük destekçimiz Bilim ve Sanat Kitapevi’nden Mehmet ağabey . İki koli kitap verdi.Bu çaba için yaşam bize üç hafta izin vermişti . Toplayabildiğimiz 230 kg kitaptı .
Bu kitapları Van’a nasıl göndereceğiz ? Vedat birkaç telefon ve faks’la sorunu çözdü . THY kargoda bize 250 kg kontenjan ayırdı . 21 Haziran sabahı , önce kitapları Ankara semalarından saldık gökyüzüne Van’a doğru , ertesi gün de kendimiz çıktık yola.Hedefimiz Van ..
Doğuya ilk gidişim . O anlatılanları,zorla izlettirilen ve yazılanları bir kenara iteceğim belleğimden . Yeni görüntüler , sesler , diyaloglar , kokular ve dokular kaydedeceğim kendi algılarıma . TV ekranı , gazete kağıdı olmadan . Acılara dokunmamız imkansız zamanlarımız örtüşmüyor . Bizim tekerleklerimizin geçtiği yerlerden asker postalı,gerilla çorabı geçmişti.
Heyecanla uçaktan dağları izliyoruz . Hızla geçiyoruz kentlerin üzerinden , doğuya yaklaştıkça fark ediyorum,doğunun dağları kadife kaplı sanki . Van Gölün’den önce Nemrut Krater Göllerini görüyoruz . Ve Van Gölü.İnanamıyorum . Şekli aynı haritadaki gibi . Oysa Ankara’dan ötesi bizim için olağanüstü alacakaranlık kuşağı öykülerinden ibaretti . Şimdi ise
dağların üzerindeki kadife örtüye dokunacağız nerdeyse .
Yere indik . Şaşkınız.100.Yıl Üniversitesi bu kadarını yapmış olamaz . Havaalanında bir grup var . Hepsi el pençe divan aynı hizada . Oysa biz basit bir bisiklet grubuyuz . Tamam Van Gölü Turu’na kadar iki uzun tur yaptık . Fakat biz bu adamları ve temsil ettikleri kurumları protesto etmiştik . Hadi madem buraya kadar gelmişler , bir hizaya da geçmişler büyüklük bari Tekerlekizi’ inde kalsın dememize kalmadan uçağın kapısından inen bir toraman , adamların ellerine ve gelen basın mensuplarının görüntülerine yapıştı . Ve bir büyük bakan halkıyla buluştu .
Bu kalabalığı geçip içeri girdiğimizde kendi halkımızla karşılaştık . Nalan hanım* ve Bülent hoca** güleç yüzleriyle bizi kucakladı . İlk karşılaşma benim kafamdaki acaba sorularını silmeye yetti . Bu sanırım bir yolcu tecrübesi . Hiç bilmediğiniz bir yere gittiğinizde , sizi tanımadığınız birileri karşıladığında , bir elektrik hissediyorsunuz . İçinizde yüreğiniz ve beyninizin ürettiği bir elektrik oluşuyor . Bu elektrikle ya güç buluyorsunuz ya da güçsüzlük . İşte biz Van’a ilk ayak bastığımızda Nalan hanım ve Bülent hocadan bu gücü aldık .
Her şey ayarlanmış Nalan hanım bir profesyonel . Bizim düşünemeyeceğimiz ayrıntıları düşünüp organize etmiş turu . Basın açıklaması, Yücel bey*** ile yemek,kalacak yerlerimiz ....
100.Yıl Üniversitesi basından takip ettiğim kadarıyla bana kara , kapkara görünüyordu . Fakat Nalan hanım ve Bülent hoca ile karşılaşır karşılaşmaz aydınlık vurdu yüzümüze . Bu aydınlık Yücel bey ve Zühre hanımla**** devam etti . Artık 100.Yıl Üniversitesi’nde yurdunu ve halkını seven aydınlık yüzlü insanlar var .
Öğle yemeği yiyoruz . Temkinliyim . Acaba akademik kariyer duvarına çarpacak mıyız ? Rektör ceketini çıkardı , kollarını sıvadı ve törensellikten uzak bir şekilde ekmek banarak salataya saldırdı . Acaba sorusu silinip gitti . Sohbet oldukça keyifli. Bize yapılanlardan ve yapmayı istediklerinden bahsediyorlar . 100.Yıl Üniversitesi’nin yönetimini devraldıktan sonra düzenledikleri sosyal , kültürel , bilimsel toplantıları ve çalışmaları anlatıyorlar . Şaşırıyoruz . Karşımızda alternatif sporlardan bahseden bir rektör , kamp yapmayı seven bir rektör yardımcısı ve bisiklete binen basın danışmanı ve dekan yardımcısı görünce... Futbolun dışında sporları duymak ne güzel . İyice uzaklaşıyoruz televole kültüründen ...
Yücel bey ve ekibi , Van ve 100.Yıl Üniversitesi’ni , daha doğrusu bu ülkenin Doğu’sunun da gerçekte var olduğunu ve bilim ürettiğini ülkeye ve dünyaya anlatmaya çalışıyorlar . Bizce çok haklılar . Öğrencilerine ve halka kuantum teorisini, geometri ve analitik düşünceyi anlatabilecek insanlar arıyorlar. Bilimi , halkın uzanıp alamayacağı yerden indirip,halkla paylaşmak istiyorlar .
Sabah 05:00 uyandık . Şaşkın ve heyecanlıyız . Yüzünü yıka,çantaları kontrol et,mataralara su doldur ....
Bisikletleri yükledik . Çıkış fotografımızı çektik.Hava tahminimizden daha serin ve ilk pedallar kampüs içinden çıkmak için ...
İlk gün 90 km basıp Erciş’e varmalıyız . Biraz tedirginiz.İlk günden bu kadar bedeni zorlamak sakıncalı olabilir . Kısa bir süre sonra gölün kıyısından uzaklaşıyoruz . Timar’a kadar gölü göremeyeceğiz . Farkında değildik , su bize moral veriyormuş . Fakat kadife kaplı dağlar arasında ilerlemenin keyfi bambaşka . Birde hayvan sürüleri ve onları bekleyen köpekler olmasa . Bisikletle giderken , herhangi bir motorlu araçla gittiğinizde fark edemediğiniz ayrıntıları yakalıyorsunuz . Kelebekler asfalt üzerinde uçmadan kanatları kapalı öylece güzel renkleriyle duruyorlar . Doğunun dağları kadife , yolları kelebek kaplı .
Hem dinlenmek hem de Vedat’ın 10 km de bir inen lastiğini tamir etmek için mola verdik . Göl kıyısında lokanta-kahve arası bir mola yerinde durduk . Lastik sorununu çözdükten sonra göle girmeye karar verdik . Su sodalı olduğu için tadı biraz acı fakat bedenimizi rahatlattı . Kahvenin sahibi Halil , sonrasında iki sürahi suyla duş aldırdı bize . Çıkıp giyindik sonra . Vedat çalışma arkadaşlarına mesaj yazıyordu . Halil ve etrafındaki çocuklar Vedat’ın başında durmuş , yazdıklarını heceliyorlardı .
“ ben şim-di Van gö-lü-ne gir-miş se-rin-ler-ken ..... ”
Mısır’daki piramitlerin yapılma nedenlerinden biri de ; insanların bu yapıları gördüklerinde kendilerini bu büyüklükler karşında aciz ve güçsüz hissetmelerini sağlamaktı.Sanki Süphan dağı olduğu yere doğa tarafından aynı amaçla konulmuş . Heybeti karşısında kendinizi küçücük hissediyorsunuz . Göl boyunca hiç yalnız bırakmıyor Süphan sizi . Aslında insanın içinde çok fazla değişen bir şey olmamış . Thales İ.Ö.6.yy’da Keops Piramidi’ne matematiksel olarak tırmanmak istemiş ve piramidin boyunu bulduğu benzerlik teorisiyle hesaplamış.Şimdi ise doğa severler Süphan’a tırmanıyor .....
Timar yakınlarından geçerken yolun solundaki köyde bir kalabalık gördük . Yirmi , yirmibeş erkek dışarıda oturmuş kendi aralarında sohbet ediyorlardı.Bizi fark edince yola çıkıp , ”Buyurmaz mısınız ? ” dediler . Gittik . Düğün varmış . Düğün Yemeği ikram ettiler . Yemeklerimizi yerken bir yandan da köylülerle sohbet ediyorduk .
Bir kısmı hiç okula gitmemiş . Bazısı bununla övünüyor . Kimisi ilk okulu yarım bırakmış .
Buraların en büyük sorunu eğitim ve öğretim . Gittiğimiz diğer yerlerde de karşımıza çıkıyor bu sorun . Çalışmak için gittikleri büyük kentlerden yeniden bölgeye ters göç yapmış olanlar var aralarında . Ankara’dan geldiğimizi öğrendiklerinde hemen hepsi “ 550 kişi ” yi soruyor ve o soruş biçimi gösteriyor ki , ellerine fırsat geçerse o 550 kişinin vay hallerine ......
Erciş’e vardık . Saat 16:00 . Oldukça yorgunuz . Güneş yanıklarımız canımızı yakıyor.Kalacağımız yere ; Cumhuriyet Konuk Evi’ne gidiyoruz . Biraz dinlendikten sonra dışarı çıkıyoruz . Hem alışveriş yapacağız hem insanlarla konuşup tanıyacağız coğrafyayı ...
Çarşıdayız . Vedat bir dükkana girdi , ben dışarıda bekliyorum ; dört , beş metre ileride esnaf bir yandan bana bakıp , diğer yandan onüç , ondört yaşlarında bir çocuğu örgütlüyor : ” Git la , hello de ”Çocuk , yanıma yaklaşıp gülümseyerek “Hello”diyor . Karşılığında
ağzımdan çıkan “ Merhaba ” sözcüğüyle donup kalıyor . Esnafa dönerek “ Nasılsınız ? ”diye sorduğumda ; şaşkın birbirlerine dönüp ” la ne güzel Türkçe konuşuyor ”diyorlar .
Bir dükkan önüne tabureler çekiliyor , çaylar söyleniyor . Göl kıyısında müsafirperverlik had safhada . Konuşmaya başlıyoruz : Günlük sıkıntılar , memleket hali . Doğal olarak herkes kendi düzleminden giriyor konuşmaya .
.. .önünde oturduğumuz dükkanın sahibi , sıcaktan bunaldığı için işinin başında şort giyebilmek , içkisini tekel bayiinden gizli almamak ve içmek için
ilçe sınırları dışına gitmek zorunda kalmamak istiyor . Şoför olan başka biri ;
araba kullanırken güneş gözlüğü takmak istiyor . ÖSS ‘ ye giren bir genç ise ; kız arkadaşı ile rahatça dolaşabilmek , bir pastanede oturup sohbet edebilmek ...
Ben ise ; ne kadar lüks isteklerim olduğunu fark ediyorum .. .

Sabah 05:30dan beri yoldayız . Saat 10:00 ve kahvaltı yapmak için bir benzin istasyonu bulmaktan çoktan vazgeçtik . Ağaç gölgesine razıyız . Sonunda Patnos yol ayrımında karayolları bakım onarım yerine ulaşıyoruz . Bahçesinde altmış yaşlarında bir adam yarım ekmek ve bir domatesle kahvaltı ediyor . Yakınlarda bir benzin istasyonu bulamayacağımızı söylüyor . Bu durumda çay ikramını kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor . Tüm sohbetimiz sırasında aklının almadığı o
şeyi sorup duruyor bize :
“Sizin arkanızda devlet yoh mudur ? ”
“Yok dayı , biz kendimiz çıktık yola ”diyoruz
“Ben bu işten bir şey anlamamışam ! ”diye karşılık veriyor o da . Sonra dayanamayıp tekrar soruyor:
“Peki size kimse para vermi mi ? ”
“Yok dayı,cebimizden ödüyoruz . ”
“Ben bu işten bir şey anlamamışam . ”
Karayolları bahçesindeki ağaç altında oturmuş , tahta masadaki kahvaltımızı henüz bitirmiştik ki,bir jandarma arabası bitiveriyor . Dört jandarma eri iniyor arabadan. Ellerinde Vedat ve benim adlarımızın yazılı olduğu bir kağıt tutuyorlar . 100.Yıl Üniversitesi’nin isteğiyle bizi koruyup , eskortluk yapmak için gelmiş jandarmalardı bunlar . Böyle bir şeyi hiç tahmin etmediğimizden çok şaşırıyoruz . Tüm yol boyunca bizi izleyeceklerini , polis mıntıkasına geldiğimizde ise izleme işini polisin yapacağını söylüyorlardı . Yol boyunca
askerlerle sohbetlerimiz oldu . Bu sohbetlerde dikkat çeken yan ; askerlerin bize turistik bilgiler veriyor olması idi .
“ Süphan’a çıkın. ”
“ Ak damar adasına da gidin. ”
“ Krater gölü var , şelale var oralara da gidin . ”
“ Aslında buralar güzel yerler , anlatın insanlara gelsinler buralara . ”
Askerler de bölgedeki sorunların çözümünü artık sosyo-ekonomik gelişimde görüyorlar . Ancak halk hala çokça çekiniyor onlardan . Bizimle son derece rahat konuşan köylüler , askerleri gördüklerinde rahatlıklarını hemen kaybediyorlar .
Biz önde askerler arkada Adilcevaz’a ulaşıyoruz . Orada yemek molası veriyor ve tekrar Ahlat’a doğru yol almaya başlıyoruz . Ahlat girişinde bizi Ovakışla İlköğretim Okulu müdürü Yalçın karşılıyor . Konaklayacağımız yeri gösteriyor ve ardından bizi Ahlat’ın güzelliklerini görmeye götürüyor . Selçuklu mezarlığı,kümbetler,kale ve camiler.. Tarih yanı başımızda sanki... Ertesi sabah Ovakışla İlköğretim Okulu’nu ziyarete gidiyoruz . ” Ovakışla Günlüğü ”nün genel yayın yönetmeni Fırat ( gazete , okul öğrenci ve öğretmenlerinin ortak ürünü ) bizimle röportaj yapıyor . Bu onbir yaşındaki çocuğun sorduğu soruların niteliği bizi şaşırtıyor . Okul Müdürü Yalçın’ın odasında yaptığımız kahvaltının ardından , topladığımız kitapların bulunduğu kolileri açmaya başlıyoruz . Ovakışla İlköğretim Okulu çok amaçlı bir salona sahip olmak istiyor . Bu salonun bir bölümünü kütüphane olarak kullanıyorlar ve yaklaşık 3500 kitaplık bir kütüphane oluşturmayı başarmışlar . Salonun diğer kısmında bir sahne ve oturma grupları oluşturup,öğrencilere ve yöre halkına yönelik etkinlikler düzenlemeyi düşünüyorlar . Bu amaçla ; video projeksiyon cihazı ve renkli baskı makinesi alabilmek için Dünya Bankası’nın açtığı proje yarışmasına katılıp,başarılı olmuşlar ve istedikleri desteği elde etmişler . Kütüphanedeki kitapların büyük bir çoğunluğu okumaktan yıpranmış durumda . Bu yıpranmış kitapların bir kısmı bizim götürdüklerimizle yer değiştirdi . Kalan kitapları ise çevre okullara dağıtmayı Ovakışla İlköğretim Okulu üstlendi . Ovakışla Ahlat’a 18 km uzaklıkta bir belde ve buraya 12 köy okulu bağlı . Bu okulların gereksinimlerini Ovakışla’daki öğretmen dostlarımız bildiklerinden Ovakışla İlköğretim Okuluna gelen kitap ve malzemenin bir kısmını buralara dağıtıyorlar . Okulun gazetesi “Ovakışla Günlüğü”fotokopi ile çoğaltılıyor . Ancak Dünya Bankasından gelen desteğin bir kısmı ile renkli baskı makinesi alacaklar ve gazetelerini artık renkli olarak kendileri çoğaltacak.Tüm bunlar o okulda görev yapan insanların çabalarının bir sonucu . İnsan bu güzel insanları gördüğünde , ülkedeki onca daralmanın yanında rahat bir nefes alıyor . Yalçın , Mesut , Mahmut , Recep ve Zeynep öğretmenlerin varlığı aydınlatıyor doğuyu..... Meraklısı için, www.ovakisla.com adresinden gazete okunabilir , çalışmaları hakkında bilgi alınabilir ve hatta yardım ederek çalışmalara katılabilinir . Ahlat’ta kaldığımız iki gün son derece keyifliydi.

Sonraki durağımız Reşadiye köyü . Yeni adıyla Yelkenli akıllı yöneticiler sorunları köylerin isimlerini değiştirerek çözebileceklerini sanıyorlar . Şekille , içine bakmadan , göz boyayarak ve halklarını tanımamakta ısrar ederek .....
Tatvan’a ulaştığımızda kendimizi kötü hissetmeye başladık . Daha önce de söylediğim gibi,yeni bir yere girdiğinizde aldığınız elektirikle ilgili bu . O ana kadar konuktuk ; herkes yardımcı olmaya çalışıyor ve herhangi bir karşılık beklemiyordu. Tatvan’da ise,biz ev sahibiydik sanki onlar da konuk . Sürekli talep eden insanlar vardı karşımızda. Herhangi bir şey alabilmek için sürekli isteyen insanlar . Sigara , para ya da ısrarla bez ayakkabılarımızı boyama..... Bütün bunların temelinde , bu coğrafyada , Tatvan’ın diğer yerlere oranla daha fazla göç almış olması yatıyordu.Tatvan’da sokakta mendil satan çocukları göreceğimi hiç düşünmemiştim Kızılay’daki gibi... Tatvan’dan çabuk ayrıldık . Kentin havası moralimizi bozmuştu . Belki bunda göl kıyısından bir süreliğine uzaklaşmış olmamızın da etkisi vardı . Dağlar arasına sıkışıp kalmıştık . Bu arada bir batık kredi nasıl oluyor onu da gördük . Süt ve deri fabrikası tabelasının arkasında sadece kolonlarla iskeleti çıkmış bir yapı . İskeleti çık,krediyi al ve kaybol projelerinden biri daha ...
Reşadiye köyüne ulaştık . Biraz yorgunuz.Karayolu işçileri yol onarımı yapıyor. Yanımıza gelip bize soğuk su ikram ettiler . Tekerlekizi karayolu işçilerini her zaman sevmiştir.Biz de onlar da asfaltı çok iyi biliyoruz . Nalan hanımla telefonda görüştük . Daha gelmelerine iki saat var . Köy kahvesine gitmeye karar veriyoruz. Temkinliler . Yol boyunca alıştık ; onlarınki geçmişten beri gelen bir temkin sanırım . Yaşlı birkaç amca ve birkaç genç var kahve önünde oturan .

Birer tabureyle , ” Selamün aleyküm ” çekiyoruz.
Bizimle yaşlılardan biri konuşuyor . Kim olduğumuzu , nereden geldiğimizi ve neden bu yolculuğa çıktığımızı soruyor . Yol boyunca defalarca tekrar ettiğimiz açıklamalar düşünmeden dökülüyor dudaklarımızdan . İkna oluyor .
Başlangıçtaki uzaklık “ gençlere birer çay ver bakalım ”cümlesiyle yakınlaşmaya dönüşüyor . Bize Reşadiye adının nereden geldiğini anlatıyor önce . Sultan Reşat’ın bu köye gelip , köyü çok beğenmesi sonucu köyün Reşadiye adını aldığını öğreniyoruz böylece . Başka biri bize Deniz Gezmiş ‘in Hakkari’de yaptığı köprüyü anlatıyor gizli bir hayranlıkla . Konu konuyu açıyor , sohbet koyulaşıyor ; devlet meseleleri , küreselleşme , devletin tarım ve hayvancılık politikası konuşuluyor artık . Yaşlılar kendi aralarında kürtçe konuşuyorlar . Bu dilin değişik , kulağa hoş gelen bir tınısı var . Bu arada jandarma görünüyor yine ve köylülerin tavrı buna paralel olarak anında değişiyor . Nereye gitsek bu değişimi gözlüyoruz ve artık tuhaf gelmiyor . Bir süre sonra Nalan hanım , Bülent hoca ve Zühre hoca geliyor . Göl kıyısında hoş bir yerde kamp yapacağız . Biz çadırları kurmaya çalışırken ; köylüler de yardımseverliklerini seferber ediyor ve gereksinim duyacağımızı düşündükleri malzemeleri veriyorlar . Ateş yakıyoruz . Dostların arasındayız ve moralimiz oldukça yüksek .
Ertesi gün Edremit’e ulaşıyoruz . Burası sanki Antalya’nın turistik bir beldesi görünümünde . Nalan Hanım’ın Van’a neden Vantalya dediğini artık daha iyi anlıyoruz Edremit’te . Bir öğretmen arkadaşımızın amca oğlu olan İbrahim bizi de amca oğulları yapıveriyor hemen kendine . Onun bizi sahiplenişi , misafirperverliği yol boyunca rastladıklarımızdan farklı değilse de yine de inanmakta güçlük çekiyoruz .
Turumuz Edremit’te sona eriyor . Bilanço: benim sakatlanan ayak bileğim,Vedat’ın hasarlı dizi ve yaptığıyla onur duyan iki adamla onların bisikletleri . Sakatlıklarımız bizi Edremit’ten 100.Yıl Üniversitesi’ne araçla gitmeye zorluyor .
Ve bir turu noktaladık . Sonuç mu ? Bir coğrafyayı tanımanın ve anlamanın en iyi yolu oraya gitmek ve oralardan mümkün olduğunca yavaş geçmek : ” Bisiklet hızıyla ” . İnsanlarla konuşmak , oralı biri gibi davranmayı , ” kıtlama çay içmeyi ” öğrenmek ve kısacası oradaki yaşamın içine dahil olmak . Biz her bisiklet turunda bunu yapmaya çalıştık . Ve Van Gölü Turu , Tekerlekizi Bisiklet Grubuna şunu öğretti.

“doğunun dağları kadife ,
yolları kelebek kaplı . ”
Yücel Hoca’nın söylediği ne kadar doğru:
“Anadolu bitmez....”

*Nalan Hanım:100.Yıl Ünv. Basın Danışmanı
**Bülent Hoca:100.Yıl Ünv.Eğitim Fakültesi Dekan Yrd. ,Beden Eğitimi ve Spor Bölüm Bşk.

***Yücel Bey:100.Yıl Ünv.Rektörü
****Zühre Hanım:100.Yıl Ünv.Rektör Yardımcısı

100.Yıl Üniversitesinin aydınlık yüzlü insanlarına teşekkürlerimizle.......

DEVRİM



Hiç yorum yok: